Adil Yargılanma Hakkı

ADİL YARGILANMA HAKKI

Stj. Av. M. Coşkun OĞUZHAN

  1. Giriş

İnsan, varoluşundan bu yana biriktirdiği deneyimleri; duyu, akıl ve duygu yeteneklerini kullanarak toplumsal bir düzen arayışı içinde “adalet” denilen değere yönelmenin yollarını bulma ve geliştirme çabasını sürekli güncel tutmuştur. Zamanla gelişen toplumsal yaşam, ihtiyaçlar doğrultusunda demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü değerlerini de doğurmuştur. Adalete yönelmiş toplumsal düzen, insanın doğuştan veya toplumsal yaşamla elde ettiği hak ve özgürlükleri “hak arama özgürlüğünün” güvencesi altına almıştır.  Bu özgürlüğün gerek biçimsel gerekse öz açısından devlet denilen aygıt ve onun egemenlik alameti yargıda elde edilecek olumlu sonuçlarla da güçlendirilmesi gerekir. İnsan olmanın gereği olan “hak aramanın” en son ve en etkili yeri yargıdır. Bu nedenle hak arama ve adalete ulaşma konusundaki son yetkili yer olan yargının ve onun özneleri yargıçlar önünde kişilerin “adil yargılanma hakkı” olduğu kabul edilmiştir. Bu hak, en temel insan haklarından birisidir. Hak arama özgürlüğü asıl kavram, adil yargılanma hakkı ve hele yargı makamı açısından adil yargılama yapma görevi hak arama özgürlüğünün uygulamaya yönelik uzantısıdır. Kısaca adil yargılanma hakkı, hak arama özgürlüğünün pratiğidir.

Devletin,  hakkında suç isnadı bulunan bir sanığa muamele şekli, o devletin bireysel insan haklarına ne ölçüde saygı duyduğunun somut bir göstergesidir. Verges’in her suçun topluma sorulmuş bir soru olduğu iddiası karşısında devlet de, her ceza yargılamasında insan hakları açısından bir sınavdan geçer. Özellikle bu saygı ve adil olma taahhüdü altındaki sınavın öznesi bir siyasal mahpussa, bu sınav iktidarın kendini savunma içgüdüsünün baskısı altında daha da ağır olur.

Bu hak, hukuki uyuşmazlıklarda da söz konusu olan bir kavram olmasına rağmen, pratikte ceza yargılamasıyla gündeme gelmektedir. Zira toplum düzenini sağlamak için her suçun işlenmesinden sonra devlet, sorumluları yargı önüne çıkarmakla mükelleftir. Böyle bir savunma içgüdüsüyle, yargıladığı bireylerin güvenliği ve temel haklarına saygı göstermek ve adil bir yargılama sonucu karar vermek zorundadır. Aksi takdirde bu noktada oluşan adaletsizlik, her alanda adaleti tehdit edecektir.

Söz konusu hakları ihlal tehlikesi, kamu görevlilerinin bireyin suç işlediğinden kuşkulandıkları anda başlar ve gözaltına alma, tutuklama, yargılama, temyiz ve ceza verilmesi süreçlerinde devam eder. Uluslararası toplum, bu aşamalarda insanların sahip oldukları hakları tanımlayan ve koruyan adil yargılama standartları geliştirmiştir.

Adil yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla bundan 54 yıl önce(1948) dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları  Evrensel Bildirisinde (İHEB) tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur. 1948’den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda (1966) Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi (KİSHUS) ve diğer sözleşmelerle kökleşmiştir.

  1. Ulusal Ve Uluslararası Mevzuatta Adil Yargılanma Hakkı

"EİHB" (Evrensel İhsan Hakları Bildirisi) md. 10'da şu şekilde düzenlenmiştir:

"Herkes, haklarının ve yükümlülüklerinin ve kendisine karşı herhangi bir suç isnadının karara bağlanmasında, tam bir eşitlikle, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak targılanma hakkına sahiptir."kısaca bu madde "adil yargılanma" hakkını düzenlemektedir.

“AİHS” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) md. 6/1’de şu şekilde düzenlenmiştir:

Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.”

“MSHS” (Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi) md. 14/1’de şu şekilde düzenlenmiştir:

“ Herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir. Davayı izleyenler ve basın mensupları, demokratik bir toplumdaki genel ahlak, kamu düzeni (ordre public) veya ulusal güvenlik nedeniyle veya tarafların özel yaşamlarının menfaatinin gerektirmesi halinde veya mahkemenin görüşüne göre aleniliğin adaletin gerçekleşmesine zarar vereceği özel şartların kesinlikle gerektirdiği ölçüde, duruşmalardan tamamen veya kısmen çıkarılabilir; ancak bir ceza davasında veya hukuk davasında verilen hüküm, gençlerin menfaati veya aile uyuşmazlıkları veya çocuğun velayeti ile ilgili davalar aksini gerektirmedikçe aleni olarak tefhim edilir.”[1]

EİHB (md.10)' da üç unsur yer almaktadır: (i) bağımsız ve tarafsız mahkeme, (ii) adil yargılanma ve (iii) aleni yargılama. Bu üç unsur medeni ve siyasi hakalr sözleşmesi (md. 14/1) ve avrupa insan hakları sözleşmesi(6/1) hükümlerinde ifade edilmiştir.

       Olağanüstü yargı yeri sorunu- Tabii Mahkeme ve Tabii Hakim

BM Genel Kurulunun 13.12.1985 tarih ve 40/146 sayılı kararlarka onaylanan "Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler" (ilke 5) hükmüne göre, "Herkes, yürülükte kanuni usulleri kullana olağan mahkeme/(tabii mahkeme) ya da yargı yerleri tarafından yargılanma hakkına sahip olacaktır. olağan mahkemelere ya da hüküm veren yargı yerlerine ait ikame etmek üzere, yasal sürecin gereğince konulmuş usulleri kullanmayan yargı yerleri kurulmayacaktır". Görüldüğü üzere ilgili kişi bakımından "tabii hakim" ve "tabii mahkeme" bir hak iken, bundan sapan nitelikte yargı yerlerini kurmama Devlet bakımından bir yükümlülüktür.

Olağanüstü yargı yeri kurma yasağını "ihtisas mahkemelerinin" kurulması ve gerekli olduğu ölçüde temel prensiplerden sapma oluşturmaması kaydıyla, bunlar için özel yetki ve usullerin öngörülmesi ile karıştırmamak gerekir.

B. KANUNİ HAKİM GÜVENCESİ

 

Madde 37 - Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

 

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

E. MAHKEMELERİN KURULUŞU

 

Madde 142 -Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.

 

 

 

 

       Bağımsız Mahkeme

genel ve soyut düzlemde bu kavramdan anlaşılmak gereken herhalde, yargı terinin üreteceği herhangi bir karar öncelikle, yargının dışındaki herhangi bir güç odağının etkide bulunmaması ve bunu temin edecek usul ve güvencelerin sağlanmış olmasıdır.[2]

 

 

A. MAHKEMELERİN BAĞIMSIZLIĞI

 

Madde 138 - Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.

 

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

 

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

 

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

 

 

 

 

 

 

       Tarafsız Yargılama

13.12.1985 tarihli "Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri" (ilke 2)'de " yargı organları önlerinde bulunan meseleler hakkınd, herhangi bir çevreden gelebilecek ya da herhangi bir nedenle yapılabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir kısıtlama, usulsüz etkileme, teşvik, baskı, tehdit, yahut müdahale olmaksızın, olglar temelinde ve hukuka uygun olarak tarafsız şekilde karar verecektir." hükmü düzenlenmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun'da "Hakimin Çekilme ve Yasaklılık Halleri" ve "Hakimlerin Hukuki Sorumlulukları ve Tazminatı Gerektiren Haller"(md. 49)  düzenlenmiştir.

DEVLETİN SORUMLULUĞU VE RÜCU

 

Madde 46-(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

 

a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

 

b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

 

c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.

 

ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.

 

d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.

 

e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.

 

(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.

 

(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.

 

 

 

       Aleni Yargılama:

 yargılamanın gerek birinci derece gerekse temyiz aşamasında dahil yargımlama sürecinin tümünde yargımalanın/duruşmaların aleneliği ve yarıca hükmün aleni olmasını kapsar

aihm'ne göre duruşmanın aleniliği güvencesinin getirilmesini amacı bir yandan, uyuşmalığın taraflarını adaletin kamuoyu gözetiminden uzak gizli bir şekilde yürütülmes riskine karşı korumaktır. bu güvence diğer yandan da adaletin yürütümünü daha şeffaf hale getirdiği ve demokratik herhangi bir toplumun temel karakterisitği olan adil yargılanmayı katkıda bulunduğu için, kamuoyu mahkemelere olan güvenini pekiştirmenin yollarından biridir.[3]

 

       Makul süre içinde yahut gecikmeksizin yargılama

AİHS organi AİHM içtihatları örnekleri bi bütün olarak yargılamam süreci taraflar üzerinde bir baskı yarattığı için, sözleşme md.6 bağlamındaki en önemli haklardan biri makul süre içinde yargılanma hakkı'dır

Aihm içitihatlarına göre sözleşme md.6'da geçen "suç isnadı" kavramı."şüpheli yahut şüphe latında olan" kişiye gönderme yapar. buradan hareketle sözü edilen " süreunsuru, polis yahut savı tarafından yapılan soruşturmanın başlatılması tarihinden itibaren başlar ve böyle hesaplanır, aihm'ne göre, "suç isnadı" kavramından anlşılması gereken, bir kişiye, yetkili makam tarafından resmi bir bildirimde bulunmak suretiylr, bir suç/cürüm işlediği iddiasıyla bildirilmesidir. söz konusu süre/zamanın bitimindense, temyiz yargılaması dahil, yargılamanını bütününü kapsayan sürecin sona ermesi anlaşılmalıdır. verilen hüküm kesin olarak belirlenmiş olduğunda, yargılama sona ermiş addedilir.

Vakanın karmaşıklığından ve yetkili makamların tutumundan başka, başvurucunun ulusal yargılamadaki kendi tutumu ve o ulusal yargılamanın başvurucu bakımından taşıdığı önem husuları da, " makul süre içinde yargılama" kriterini tartarken dikkete alınır.

  1. Sonuç

Adil yargılanma hakkı, söz konusu ihtilafa konu olan her iki tarafı da yakından ilgilendirmektedir. “Adil yargılama”, devlet açısından bir görev ve yetki iken; “adil yargılanma”, kişiler açısından bir haktır. AİHS, adil yargılanma hakkı ile ilgili asgarî standartları belirlemiştir. Türkiye, bu Sözleşmeye ve eki olan protokôllere katılmakla bu standartları, kendi vatandaşlarına ve ülkesinde bulunan yabancılara tanıma yükümlülüğü altına girmiştir.

Ne yazık ki, AİHM’ne Türkiye hakkında açılan davalardan bir çoğu, “adil yargılanma hakkı” ve bu hakkın dâhilindeki “makul süre” ile ilgilidir ve açılan davaların çoğu da “adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği…” şeklinde sonuçlanmaktadır. AİHM’nin verdiği kararlarda, yasal düzenlemelerdeki eksikliklerden ziyâde, kanunlarla tanınmış olan hakların etkin ve verimli şekilde taraflara kullandırılmamasından dolayı ihlâl kararları verdiği görülmektedir. Diğer bir deyişle, ihlâl sebeplerinin yasal eksikliklerin ve farklılıkların yanında önemli ölçüde yargılama organlarının hatalarından da kaynaklandığı görülmektedir.

İncelenen kararların büyük çoğunluğunda ısrarla vurgulanan bir konu özellikle dikkati çekmektedir. Sözleşmenin ihlâl edildiğini tespit eden bu kararlarda “Türk iç hukukunun yapılan haksızlığı telâfi edecek düzeyde olduğu, ancak bu hukuku işletecek mekanizmanın çalıştırılamadığı” belirtilmektedir. Bu olumsuz durumun önlenebilmesi için idarî ve adlî makamların inceleme ve soruşturmalarını özen göstererek ciddi ve eksiksiz olarak tamamlamaları zorunludur.

Türkiye’de, “hukuk devleti” anlayışının ve etkin bir yargılama faaliyetinin  olmazsa olmaz koşulları olarak kabul edilen hususların eksik olması, hukuk devletine olan güveni sarsmaktadır. Hiç şüphe yok ki, yargılama hizmetinin iyi işlemediği kanaati, Türkiye’de en yaygın düşüncelerden biridir. Genel olarak toplum, yargıdan ve adâletin işleyişinden hoşnut değildir. “Bu ülkede adalet yok…” ya da “yapanın yanı-na kâr kalıyor…” gibi düşünceler, çok yaygın biçimde dile getirilmektedir. Yargıya duyulan güvenin azalması, buna bağlı olarak yargıya saygının azalmasına da yol açmakta; yargının giderek bir  ayak bağı gibi algılanmasına yol açmaktadır. Bunun, toplumsal yaşamda yol açtığı en büyük tehlikelerden birisi, kişilerin uyuşmazlıklarını yargıyla görmekten çok, başka yollara yönelmeleri tehlikesi ve tehdidini getiriyor olmasıdır. Özellikle, hızlı ve adil yargılama gerçekleşmeyince; yasa dışı gruplar, yol ve yöntemler ortaya çıkmaktadır.

Adil yargılanma hakkının hukukî metinlerde düzenlenmiş olması adaletin, adil olarak yürütülmesine yetmemektedir. Devletler, adil yargılanma hakkının uygulamada da korunabilmesi için gerekli tedbirleri almalıdırlar. Bu nedenle, adil yargılanma ile birlikte yargıç güvencesinin ve bağımsızlığının tam ve de mutlak olarak sağlanabilmesi için öncelikle ;

 

•              Etkin bir hukuk mekanizması ve yargı örgütlenmesini gerçekleştirilmesi, kişilerin yargı yerlerine ulaşma hakkını güvence altına alınması,[4]

•              Adil yargılanmaya ilişkin hükümlerin, olağanüstü hâller süreci de dâhil olmak üzere,cezaî, medenî, idarî ve diğer yargılama usûlleri uygulamalarında her zaman uygulanmasının temin edilmesi; adil yargılanma hakkının,  hiçbir koşulda sınırlandırılamayacak haklarla birlikte mütalaa edilmesi,

•              “Geciken adâlet, adâlet değildir” ilkesinden hareketle; yargılamanın süre, süreç ve kademelerinin (temyiz, istinaf…gibi)[5] makul düzeye indirilmesi ve indirgenmesi için gereken her türlü önlemin alınması, mahkemelerin iş hacminin (iş yükünün) mutlaka azaltılması hususunda gereken yasal düzenlemelerin yapılması,

•              Yargılama işlevinin yerine getirilmesi sırasında, gerek hukuk mahkemelerinde, gerek ceza mahkemelerinde, gerekse idarî yargıda tüm önlemlerin (tutuklama işlemleri, soruşturma safhaları, hatta bilirkişilik ve tebligat gibi kurumların) son derece karmaşık ve süreci uzatan nitelikten ve prosedürlerden bir an önce arındırılarak hantallık oluşturan işbu yapının, ortadan kaldırılması,

•              Teknik alt yapı sorunlarının (bina, araç, gereç yetersizlikleri…) giderilmesi, gerekmektedir.

Son söz olarak, ülkemizin iç hukukta, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve diğer uluslararası sözleşmelerde yer alan hakları yasalarla kabul ederek mevzuatta yer alması; söz konusu olan bu hakların yerleşmesi ve ülkemizdeki insan hakları standartlarının yükseltilmesi için yeterli değildir. Asıl önemli olan, yapılan bu düzenlemelerin uygulanması ve hayata geçirilmesidir. İnsan hakları ve özgürlükleri ile ilgili düzenlemeler hangi alanda yapılırsa yapılsın hiçbir zaman lüks değildir. Türkiye, uluslararası çağdaş toplum içerisinde yerini almak istiyorsa, yapılan yasal ve anayasal düzenlemeler harfiyen ve de fiilen uygulanmalıdır. Bu haklar ve özgürlükler uluslararası toplumun isteği veya baskısı için değil; halkımızın, bu hak ve özgürlüklere lâyık olduğu için biran evvel uygulanmalıdır. Unutulmamalıdır ki; insan olmanın en doğal sonucu, bu haklara sahip olmayı gerektirir.

 

 


[1] İnternet: http://www.belgenet.com/arsiv/bm/bmsiyasihak.html

[2] Gemalmaz, M.Semih; ulusalüstü insan hakları teorisine giriş; s.192;2010;istanbul

[3] Axen v. Germany ( application N. 8273/78) judgment 08.12.1983, para.25,Bkz. Buchholz-Almanya davası, 6.5.1981 A-42 paragraf 47-48;Bkz. Bock-Almanya davası, 29.3.1989 Seri-A 150, paragraf 48.;Bkz. Golder-İngiltere davası, 21.2.1975 A-18 § 32.

 

[4] Başaran, Başar, Adil Yargılanma Hakkı (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007, s. 159-160

[5] Adil yargılanma hakkıyla ve pek tabiî ki mâkul süre ile doğrudan bağlantılı olan yargı kademelenmesi (temyiz, istinaf… gibi), her dönemde eleştiriye açık bir yapılanmada olmuştur. Bu nedenle yargının yavaş işlemesi ve hantallığı, çoğu kez eleştirilmiştir. Bununla birlikte, bu eleştiriye bazen, yargıç ve savcıların nicelik ve nitelikleri (yargıç ve savcı sayısının azlığı… gibi) de söz konusu yapılmıştır.


Diğer Haberler